Pages - Menu

23 Nisan 2013 Salı

ÇİN SEDDİ UZAYLILARDAN KORUNMAK İÇİN YAPILMIŞTIR

     İşte size bilinmeyen bir gerçeği daha açıklıyorum. Çin seddi sanıldığının aksine, uzaylı istilalarından korunmak amacıyla yapılmıştır.


     Sağlam kaynaklardan edindikleri bilgiye göre, uzaylıların o bölgeye yakın bir yere iniş yapacağını öğrenen çinliler hemen bir set inşa etmişler. ama göz ardı ettikleri bir nokta vardı, o da uzaylıların süpersonik zıplama yetenekleri. Evet, bu yetenekleri sayesinde uzaylılar seddin üstünden zıplayıp Çin'i istila etmişler, nüfusun tamamını gezegenlerine götürmüşlerdir. Yalnızca bir adet damızlığı arkalarında bırakmışlar ve o kalan kişiyi kopyalayarak yeni bir jenerasyon oluşturmuşlardır.

     Tüm Çinlilerin birbirine benzemesi de bu yüzdendir.

ADAM OLACAK ÇOCUK

Sabah Barış Manço'suz bayram olmaz deyip, Youtube'dan "Bugün bayram, erken kalkın çocuklar"ı açtım hemen. Bunu genelde bir çok bayramda yapıyorum, ama sadece bayramlarda... Çünkü bazı şeylerin sadece belli dönemlerde yapıldığında anlamını hiç yitirmediği ve hep güzel kaldığı kanaatindeyim.

Sonra sağ frame'de "Adam olacak çocuk" programının eski bölümlerine denk geldim, bir tanesini açtım. Gözlerim doldu... Ne şanslıymışız meğer.. Çoğumuzun sevmediği bazı kahvaltı ürünlerini onun sayesinde nasıl da sevmişiz... Süt ve yumurtayı nasıl yemişiz, içmişiz Barış abimiz kızar diye. Belki de o tembihledi arabanın arka koltuğunda oturmamızı diye hiç ön koltuğa oturmak için isyan etmeyişimiz, yeni nesle göre daha uyumlu oluşumuz, daha az olan şımarıklığımız.

Sanatını, karakterini, kültür elçiliğini bir yANA bıraktım da,  belki bu ülkenin o dönem çocukları, yani 90'ların çocukları, sırf onun sayesinde "çocukluğunu düzgün yaşamış son nesil" olarak anılmakta... Mekânı cennet olsun...

22 Nisan 2013 Pazartesi

HAYVANLAR ARASI NEGATİF AYRIMCILIK- KARINCA KİNİ

Evet, beni üzen, kahreden, yazımı kışa çeviren, güllerimi solduran, ellerimi tutmaz, ayaklarımı koşmaz yapan bir durum daha. Hayvanlar arası negatif ayrımcılık. Şöyle ki:

Mesela bir dost meclisinde, derûn muhabbetlere daldığınız bir anda, konu hep dönüp dolaşıp hayvanlar alemine gelmiyor mu? (Gelmiyorsa kafalar yeterince güzelleşmemiş demektir) Neyse, konu döner dolaşır hayvanlar aleminin inanılmaz yaratıklarına gelir ve hayretlerle birbirinize anlatırsınız. Karıncaları ya da arıları mesela.

Vay efendim neymiş, karınca kendi ağırlığının bilmem kaç katını kaldırıyormuş da, bütün yaz çalışıp, kış için yiyecek depoluyormuş. Arkadaşım, adamın DNA'sı öyleyse, bunu yapmak için yaratılmışsa bunda ne var? Ha sana yaratılmış her şey böylesi müstesna geliyorsa eyvallah; ama diyor musun ki bi' bengal kaplanı bakıcısının götünü yediğinde, "bak bak ne mübarek hayvan, ne güzel de ısırmış..." Demiyorsunuz. Vahşete bak diyorsunuz. Hayvanat bahçesinde Arslanlar bakıcıyı kemirdi diyorsunuz. Hayat amacı avlanmak olan hayvanı, kıytırık bi' butla besleyip, fazlasını isteyince, "cık-cık-cık görüyor musun?" moduna giriyorsunuz...

Demiyorsan, ayrımcılık yapıyorsun kardeşim. O hayvanın doğası da onu gerektiriyor, adam parçalamak, bölmek ve karşısındakinin içini dışına çıkarmak için tasarlanmış işte...

Neyse konu o değil de asıl, karıncalar. Ben hayvanlar aleminde böylesi kendine müslüman, böylesine hodgâm, böylesine bencil hayvan görmedim arkadaş. Adamlar yerde gördükleri her boka nimet gözüyle bakıyor. Ya arkadaşım sen o susamı aldın sırtına ama belki onu güvercin yiyecek, sen niye sırtladın onu gidiyorsun? Güvercin seni de susamla birlikte yesin diye mi uğraşıyorsun? O zaman mı akıllanacaksın? Her bulduğunu sen niye taşıyorsun yuvana? Bu ne açgözlülük? Ayrıca siz o götürdüklerinizin hepsini bitirebiliyor musunuz lan bütün kış? Yoksa toprağa karışıp gidiyor mu? Ayıptır ya, biraz duyarlı olalım arkadaşlar, sizden başka hayvanat da var bu dünyada, biraz saygı, lütfen ama...

FUTBOL MANYAKLIĞINIZ

     Şu hayatta en boş ve lüzumsuz insan kimdir?  deseler, gecesi gündüzü futbol olmuş insan derim. Ve üzülerek görüyorum ki, son günlerde sabah akşam futbolla yatan bazı tanıdıklarım var.  Sırf bu yüzden, bazen, yıollardır tanıdığım insanlara "ne çirkin bi' insanmışsın sen arkadaş" diyorum...

     Bilmem bilir misiniz? General Franco namzet bir yiğit vardı. 1936 - 1939 yılları arasına İspanya'daki iç savaşta gelip, kanlı da olsa savaşı durdurmuş ve yıllarca ülkeyi yönetmişti. Kral olmuştu, Real Madrid'i severdi. Hatta bu sebeple Madird'e kralın takımı denmişti. Bu Franco abimiz, söylentiye göre adamlarına "Bana 100.000 kişilik bir uyku tulumu yapın", talimatını vermiş ve Santiago Bernabeu'yu yaptırmıştı... Yani futbol gibi bir sporla insanların beyinlerini uyutup, diktatörlüğünü sürdürmek istemişti. Nitekim 1975 yılında ölene kadar da muvaffak oldu bu isteğinde. 

     Neyse konuya dönersek, olm sizde gram akıl yok mu? Takım tutulabilir elbette, spordan keyif de alınabilir. Ama siz nasıl bir nefretle dolusunuz ki birbirinize, gece gündüz küfürleşmeye varan yorumlara, gs-fb kavgalarına giriyorsunuz. Şu enerjinizi başka şeylere harcasanız, yeni fikirler üretecek beyniniz olmasa da en azından amele olurdunuz... Şu an ki hâlinizden daha iyi olurdu çünkü sizden sosyal bir beklenti olmazdı en azından. Böylesi en kötüsü...


 Yemin ederim tiksinidm hepinizden...

19 Nisan 2013 Cuma

Muğla'da öğrenci olmak

      Muğla'da öğrenci olmak tatil özlemi çekmemekti, trafik sorunu yaşamadan okula ulaşabilmek, iş hanı görünümünden uzak bol yeşilli kampüslerde okumaktı. Muğla'da öğrenci olmak daha ucuz, kiralık ev bulma sancısı yaşamaktı sokak sokak dolaşıp. Yağmurunun dinmeyeceğini hatta aylarca yağacağını, gece ayazının nefes kestiğini, gecenin bir yarısıysa otogarda ekmek bulunabileceğini bilmekti. Kendi memleketinde misafir olmak, hatta Muğla'yı sevip, yaz tatillerinde özlemek, parasızlığın gözü kör olsun demekti. Bir yanda insanlar orucunu açarken bir yandan 10 metre ileride birilerinin şarap içtiği, saat gece yarısı 2 olduğunda sokakta in cin top oynadığı vakitte mini etekli bir kızın yolun ortasından salına salına geçtiği fakat kimsenin onu rahatsız etmeyeceğinin bildiği, kısacası o yerin Türkiye'nin kurtarılmış bölgelerinden biri olduğunu bilmekti, daha doğrusu öyle idi, 2006'da... Tek hat çalışan dolmuşlarda kent kartın gerekliliğini sorgulamak, dolmuşçuların çalışma sistemini asla çözememek demekti. Ve en önemlisi de artık memleketinin burası olduğunu fark etmekti.

      Tam hastalığınızı atlatmak üzereyken, 3 gün önce başlayan ve ne zaman dineceğini meteorolojinin bile kestiremediği yağmurun altında yalnızca evden otobüs duraklarına kadar yürümeniz sonucunda hastalığınızın şiddetlenmesiydi. Ve 2 gün sonra kendinizi toparladığınızda o yağmur hala yağıyor olacağını bilmekti.


      Sürekli bir şemsiyeye sahip olmanın zorunluluğunu beş liraya alınan şemsiyenin yağmur altında ve fırtınada kırıldığında fark etmekti. Bir buçuk hafta yağmursuz havada ya tutarsa diye okula şemsiyeyle gitmekti. o kadar garipti ki. O kadar...

18 Nisan 2013 Perşembe

KEDİLERDEKİ UÇMA ARZUSUNDAN NASİBİNİ ALMAMIŞ TAVUKLAR

resim -1: uçmaya hevesli bir kedi.
     Beni ziyadesiyle üzüyor, yazımı kışa çevirip, baharımı güllerimi solduruyor bu talihsiz olay. Misal bakıyorsun kediye kanadı yok. Ben yıllarca araştırdım kedileri ve kanadı olmadığını anladım, lâkin nerede bi' kedi görsem kâh ağaç tepesinde kâh çatı kenarında mal gibi sağa sola zıplıyor, başaramayacaklarını bildikleri halde uçmaya çalışıyorlar. Uçma arzusuyla yanıp tutuşuyorlar, hatta bazılarının  bile oluyor.

      Ama tavuklara bakıyorsun; kanatları var, hızlı koşabiliyorlar, aerodinamik yapıları mükemmele yakın ama gel gelelim zerre hevesleri yok uçmaya. Sağa sola fıtı fıtı yürüyerek gitmekten başka bi' sike merhem oldukları yok. Ulan yapacağın tek şey bi' beş kilo fazlan var onu vermek, ondan sonra bütün gökyüzü senin ama yok arkadaş yok, yok yapmıyorlar. Ondan sonra vay efendim ben niye döner oldum diye ağlayıp duruyorlar şerefsiz gibi. Ee hak ediyosun göt, başına gelenleri hak ediyosun. Hayır arı hayvanı bile uçuyor lan, arı uçuyor, tüm bilim dünyasını sikip atarak uçuyor... Arının uçamaması lazım ama uçuyor. Senin ne eksiğin var, hiç mi utanmıyorsun lan penguenler bile buz dağının tepesinden horalalahoralalahoralleeeeey diye kayıp denize atlıyorlar uçarmışcasına, onlar da mı örnek olmadı sana? 

Gerçekten utanıyorum sizin adınıza, sizin adınıza ben utanıyorum hanımlar. Yazık...

ÇAĞIMIZIN KRONİK HASTALIĞI - CAN SIKINTISI

     İnsanların "N'aber?, nasılsın?" gibi sorularınıza, ne kadar çok "hiç can sıkıntısı, iyidir sıkılıyorum" gibi cevaplar verdiğinin farkında mısınız? Bu kadar kolay mı, sürekli sıkkın, sırf bu sebebpten de zaman zaman depresif, bunlar yüzünden de çoğu zaman mutsuz olmak ?

    İnternetin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda, "n'aber" sorusunun cevabı daha çok, "iyidir müzik dinliyorum" idi. Yani insanlar o zamanlar bu kadar sıkılmıyor, müzik dinleyerek dahi kendilerini rahatlatabiliyor ya da sıkıntılarından kısmen uzaklaşabiliyordu. İnternetin daha da yaygın ve sosyal hayata hakim hale gelmesinin ve en önemlisi twitter'ın yaygın olarak kullanılmasından sonra, ortalık, sürekli sıkılan insanlarla doldu taştı.

    Her türlü bilgiye ve özellikle güncel olan her tür son dakika haberi diyebileceğimiz şeye, twitter sayesinde eş zamanlı ulaşan kullanıcılar için, bu tip bilgi ya da olayın geçerlilik süresi gittikçe kısaldı. Bir gece önce erken uyuma gafletine düşen birinin sabah öğrendiği bir şey arkadaşına anlattığında aldığı tepki; "ooo biz onu dün gece duyduk, o haber eskidi artık" olmaya başladı. Böylesi hızlı haberleşme ve sürekli değişen internet gündemi, insanların her şeyi çok çabuk eskitmesine ve çok çabuk sıkılır hale gelmesine sebep oldu.

    İlginç olan bir başka nokta ise, insanların fikirlerinin, twitter yüzünden nasıl şekillendiği ve değiştiği... Sırf kıskanmayan erken şöyle yapsın, böyle yapsın temalı twitler yüzünden, yılların feministleri, kıskanmayan erkek etek giysin, gelsin ağzımı kırsın burnuma versin demeye başladılar. Twitter'da birinin sevdiğini herkes sevmeye, birinin sevmediğinden herkes nefret etmeye başladı. Bir çok insanlar koyun diye dalga geçen twitter kullanıcılar, günden güne koyunlaşmaya başladılar. Ve ben durumun çok vahim olduğu kanaatindeyim..

    Bu denli kolay etkilenmek, bir karakter zaafiyeti, zayıflığı olmayabilir. Kırıcı olmak istemiyorum ama insanların bir an önce, internetin hayatlarını nasıl tükettiğini görmesi gerekir diye düşünüyorum. Neyse bu kadar..

16 Nisan 2013 Salı

Sen olmuşsun (!), altını kısayım...

Fight club'ı izlemişsinizdir. (İzlemediyseniz de bi' an önce izleyip kurtulun bu utançtan) Orada çok ünlü bir repliği vardır Tyler Durden'ın, "Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş..." Ve bundan ötürü sinirlidirler... Asıl sinirli oldukları şey tüketim toplumu, kapitalizm vs. olsa da, bu şekilde dile getirir ilk kez...

14 yıl önce yapılmış bu filmi bir kenara bırakıp günümüze baktığımda ise, ne yazık ki, aynı kızgınlıkta insanlar göremiyorm. Üstelik artık bütün bir nesil benzin de pompalamıyor. Bütün bir nesil üniversite mezunu, hatta çoğu 2-3 üniversite mezunu, kendilerince meziyetleri ve belli kapasiteleri olan insanlar artık benzin bile pompalayamıyorlar. Onlar sadece işsiz... Onların yerine; vasıfsız, tek bildiği önüne koyulanı yemek olan kimi hayvanat gibi tek yaptığı bir şeyleri ezberleyebilmek olan, sosyal, kültürel ve zihinsel açıdan son derece yetersiz insanlar yapıyor, diğerlerinin yapması gereken işleri... Komplo teorileri üretilmesinden hiç hoşlanmasam da, sizce de kasten aptallaştırılan bir sistemin parçası olmuyor muyuz?

Meziyetleri olanlar diye bahsettiğim topluluğa günden güne, sistematik bir şekilde yüklenen aşağılık psikolojisi; nedense diğer tarafta hiç kendini göstermiyor. 35 IQ puanıyla kendini kurnaz, ya da zeki addeden; cebinde simit parası yokken I-phone'la gezmeyi statü göstergesi sayabilen; iki kelimeyi yanyana getirmekten aciz olduğu hâlde, üç beş duygusal aforizma, ya da kendince deneme görünümlü müsvette yazıp kendini şair ilân eden insanlar türüyor git gide.

Kimilerine bakıp bu cesareti nerden buluyor diye düşünürken, kimileri için, yapabilecekleri bundan fazla olmalı diye üzülüyor insan. Sonuç olarak sinirlenmekten, ve düşündükleri yazmaktan, kelimelere dökmekten
başka şey gelmiyor elinden.

Okunsun diye değil de yazmış olmak için yazıyorum...


Astroloji ve Günlük Burç yorumları


Image

Son günlerin en moda şeylerinden biri de burçlar şüphesiz. İnsanlar umutsuz anlarında tutunacak bir şeyler mi arıyor, yoksa sebepsizce hoşlarına mı gidiyor, bilmiyorum. Öncelikle burçlara bir yere kadar benim de inandığımı belirteyim. Evet çok az da olsa, burçların insanları kısmen etkilediğini biliyoruz. Ama bu demek değil ki şu burcun insanı kesin olarak şu özelliklere sahiptir, şunları sever, şunları sevmez…

İnsanlar bu açıklamaları okuyor ve “evet ya diyor, böyle gerçekten de…”
Peki neden? Çünkü hep olumlu özellikler sıralanıyor o açıklamalar da. 
Misal:
-Zor insansın seni kolay kolay elde edemez kimse…
+Bu hoşlarına gidiyor çünkü olumlu bi özellik.. Var mı şöyle bi açıklama hiç? 
“Kaşarın tekisin sen, isteyen herkes seni alır, sen de zaten vermeye dünden razısın”
- Çok duygusalsın, olaylara derin bi bakış açın var… 
+Bu hoşlarına gidiyor çünkü olumlu. Ya şöyle olsaydı:
“Yüzeysel dingilin tekisin. Bi bok olmaz senden…”

Var mı bir burcun özelliğinde sen şerefsizsin, cimrisin, orospu çocuğunun tekisin, senden adam olmaz, güvenilmezsin, yalancısın, zeki ya da yaratıcı değilsin…. gibi özellikler?
Amerika’da bir üniversitede, bir araştırma yapılıyor. Deniyor ki insanlara, size burçlarınızın özelliklerinin yazılı olduğu kağıtlar verdik. Gerçekten size uygun olanları işaretleyin… Her bir kağıttaki maddelerin ortalama %90′ı işaretleniyor. Araştırmaya 100′ün üzerinde insan katılıyor ve hepsinin kağıdında aynı şeyler yazıyor. 
Bu arada kendine dikkat et. Şu aralar aşk hayatında dalgalanmalar olabilir…

Tesadüfi bilimsel gelişmelerin yaşandığı kaotik dönem

Zerre çalışmanın olmadığı, her türlü bilimsel gelişmenin icadın kılın yünün tesadüfen meydana geldiği çok sikindirik bi’ dönem. Ya arkadaş düşünün, koskoca yerçekimi (gökitimi) hiç kafaya elma düşmesiyle bulunur mu? Bu amınakoyduklarım bu şekilde fark etmiş yerçekimini. Hadi onu geçtim, adam duş jelini şampuanını alıp yıkanmaya hamama gidiyor, kurnasını suyla doldurup içine de hamam tasını koyuyor, bi’ bakıyor tas batmıyor. Ne oldu? Suyun kaldırma kuvvetini buldum. Oh ne güzel memleket. Lan bugün adamlar cern’de milyonlarca dolarlık laboratuvar kursun, atomu protonu birbirine çarpıştırırken götleri terlesin, sen hamamda oyun oynayarak bilim yap. Çok güzel valla helal olsun! Ama bilim bu değil arkadaşlar, yapmayın lütfen. Üzmeyin insanları kandırmayın…

NEDEN ONE DIRECTION?



Neden One Direction ? |  görsel 1
Kimileri onları sevenlerden dahi nefret ediyor… Kimilerine göre aptallık, kimilerine göre çocukluk, kimilerine göre ise(ki bu günümüz ergenlerinin oluşturduğu büyükçe bir topluluk) aşkı ifade eden bir boyband One Direction… Peki neden?




Bu sorulara yanıt bulmak için çok da geriye gitmeden, son 15-20 yıllık amerikan pop müziğine bakmak yeterli olacaktır. Sonuçta bu gençler dünyanın gördüğü ilk boyband değiller. Büyesinde o dönemki genç kızların sevgililerinden Robbie Williams’ı bünyesinde barındıran “Take That”, Justin Timberlake’i barındıran N Sync, Nick Carter’ın üyesi olduğu BackStreetBoys ve tabi Lee ve Duncan’a sahip “Blue” gruplarını kim unutabilir. Aynı furyayı onlarla da yaşamış, erkekler olarak kıskanmış ama ara ara dinlemiş (Blue’nun cant breathe easy şarkısı gibi) idik. O dönemin ergen kızları da onlara aşıktı. One Direction ‘da dahil tüm boybandlere baktığımızda üyelerinin bir ya da bir kaçının yakışıklı olmasının dışında, çok fazlaca şeylerinin de olmadığını görüyoruz. Çok mu iyi müzik yapıyorlar? Tabi ki hayır. Döneme uygun, popüler kültürün sevebileceği, “hit” olabilecek şarkılar yapıyorlar elbette, ama yarım asır önce yapılan bir çok şarkı hala insanların en sevdiği şarkıları ya da genç yetişkin sevgililerin ortak parçalarını oluştururken, bu gruplarının eserlerinin unutulması tesadüf olmamalı…(örnek için bkz: Muddy Waters, Pink Floyd, Eta James, Janis Joplin, Nina Simone, Eric Clapton, Bob Dylan, Jimmy Hendrix ve daha niceleri)

Dönem dönem, Amerikalı prodüktörler, gençlerin ilgisini çekebilecek, fiziksel güzelliği olan, ve tabi biraz da yeteneği olan bazı gençleri bu şekilde ortaya atmış, ve üzerlerinden milyar dolarlar kazanmışlardır. Justin Timberlake, Britney Spears… gibi isimler bunların en önemlilerinden. Tabi günümüzde de Justin Bieber  aynı durumda. O yüzden One Direction ve Bieber’ı birlikte almakta bir sakınca yok. Sesleri harika olabilir. Çok yetenekli olabilirler. Über yakışıklı olabilirler. ama sahip oldukları şöhreti hak edecek ne yaptıklarını da bir düşünmek lazım. Yani Bieber, 1D üyeleri hatta bunların sevgilileri olan diğer ergen kızların toplamı, bir dönemini sokaklarda gitar çalarak geçiren Glen Hansard’dan daha yetenekli mi dersiniz. Elbette hayır. Tek artıları arkalarında büyük şirketlerin olması. 1D ve Bieber, prodüktörlerinden habersiz tuvalate bile gidemezken, büyük sanatçılar olduklarını idda etmek elbette komik olacaktır. Prodüktörlerin tek yapmaları gereken, İstedikleri gibi yönettikleri bu gençleri insanlara sevdirmekti. Çok da zorlanmadılar. Ellerinde olan, hükmettikleri medya ve dijital platformlarla şişrdikçe şişirdiler. insanların ilgisini çektiler. Sonucunda da yeni albümler veya şarkılar gelmedi elbette sadece. Yeni bir giyim tarzı geldi mesela, tekstil şirketlerini zengin edecek olan; Yeni saç modelleri geldi, kupalar, rozetler, kalemler defterler ve bilimum ıvır zıvır geldi, görünürde basit ama aslında çok değerli olan.
Prodüksiyon ürünü olmak popçulara özgü de değil elbet. Bir dönem aynı durumu “Tokio Hotel” de de görmüştük.
Her neyse, bu gençleri sevin ergenler. Sizi eleştiren abileriniz de bir zamanlar aynı prodüksiyon ürünü Avril Lavigne’e aşıktı. Ya da ablalarınız “Lee mi , Duncan’mı diye kavga ediyordu. Timberlake posterleri asıyordu odalarına ya da en olmadı Tokio Hotel dinliyorlardı… Sevin, dinleyin tabi ama bilin neyin ne olduğunu. Sonra çıkıp Justin Bieber diye taksim’de eylem yapmayın mal gibi.

İNTERNET SÖZLÜKLERİ -2 (EKŞİ SÖZLÜK)


Ekşi sözlük bir efsanedir. Her ne kadar inci ruhuyla ona karşı çıksak da, asla va geçilemeyecek yegane yerdir. 
Yıllar önce Sedat Kapanoğlu(SSG) önderliğinde kurulan ekşi sözlük, sloganını hak eder bir biçimde, 1999′dan beri kutsal bilgi kaynağı olarak yayın hayatına devam etmektedir. Bu yazıya da bazı okur ve yazar tipleriyle başlamak istiyorum…
Ekşi yazarları
1- okur yazar: Adı yazar olan bu tayfa, senede 100 entry girmeden, ama sözlüğe sadık kalarak, neredeyse her gün kontrol ederek sözlükteki varlığını sürdürmektedir. En büyük katkısı yazarlara verdiği artı/eksi oylardır.
2- Okur yazmaz: Bu kişi muhtemelen yazarlığı olmayan ya da yıllardır onay  bekleyen şahıstır. Her gün bir umutla girdiği sözlükte yine yazar olamadığını görüp üzülür, trip atar okumaz, işine gelirse 3-5 başlığı tıklar.
3- Çok okur: Her izlediği filmin ardından, acaba bir şey kaçırdım mı diyerek ya da yeni başlayan veyahut yeni başlayacağı dizi hakkında fikir edinmek amacıyla, ders çalışmak için, kafasına takılan bir şarkı yüzünden vs. vs. gibi bir çok sebeple, sık sık sözlüğe girer, kutsal bilgi kaynağından sonuna kadar faydalanır.
4- Troll Yazar: Bu tip yazarları başka sözlüklerde amaçsız ve istemsizce gezerken bulabilirsiniz. Ama ekşide bunu yapan yazar bilinçli yapıyordur. Aslında trollük yapana değil de onun oltasına gelene trol demek daha mantıklı olur kanaatindeyim.
5- Yazar: Normal, olağan, regular, ne derseniz… Gördüğü, ilgisini çeken başlığa yazan, canı isterse okuyan yazardır. Popüler olmak veya beğenilmek gibi amçlar gütmeden yazar.
6- Lüzumsuz entel yazar: Kendini İngiliz kraliyet ailesinin bir mensubu sanıp, soylu bir aritokrat gibi tavırlar takınan, popülist olan her şeye karşı tavır segileyen, herkesin sevdiğini sevmeyen, herkes ingilizce biliyor diye, inadına fince öğrenen uçlardaki yazardır. Bilgilidir eyvallah ama bilgisini satış şekli iticidir. Genel olarak sevilmezler ama sevilmemeyi marifet sayarlar. Ekşi’ye lazımdırlar. 
Ekşi sözlük yazarı: Gerçek yazardır. Öne çıkmak için değil gerçekten bildiği için yazar, bilgisini satar, gerektiğinde popülist, gerektiğinde anti-militarist, gerektiğinde anarşist, gerektiğinde uyumlu tavırlar sergileyebilirler. 

Son olarak ekşi candır. Ekşi’den ders çalışmamış üniversite öğrencisi olmamalıdır. Farklı bakış açılarının ve fikirlerin buluştuğu güzel mekandır. 

ERGENLİK -1 (ERGENLER NEDEN BÖYLE? GERÇEKTEN SALAKLAR MI?)




Toplumda, özellikle bazı sözlüklerin popüler olmasından ve gündelik hayata yansımalarının artmasından sonra, ergenlere karşı bir duruş gelişti. Bilhassa sanal alemde… Liseli, ergen gibi tabirler küfürmüş gibi kullanılır oldu. Peki sebebi ne? Bilimsel kanıtlarıyla açıklıyorum:
Bu konuyu kavrayabilmek için, psikolojiye değinmek gerek. Psikoloji çok çeşitli alt dalları olan, geniş bir bilim dalı. Bunlardan biri de, “Gelişim Psikolojisi”.
Gelişim Psikolojisine göre, insan gelişimi nöbetleşe devam eden bir süreçtir. Yani bir gelişme alanı aktifken, diğer gelişim alanı yavaşlar. Konuşmaya başlayan bir bebek, tek sözcük evresine geldikten sonra (yani; mama, baba demeye başladıktan sonra) yürümeyi öğrendiğinde, ikisinde birden ilerleyemez. Muhtemelen konuşmayı öğrenme hızı yavaşlayacak ya da duracak, yürümeyi öğrenme hızı artacaktır. Ergenlikteki durum da böyledir. Fiziksel ve cinsel gelişimin doruk yaptığı bu dönemde, zihinsel gelişim yavaşlamakta ve neredeyse durma noktasına gelmektedir. Bu sebeple kişi fiziksel bir gelişim geçirirken, zihinsel olarak yaşından geri kalmakta, bu da topluma anormal gelmektedir. Seksüel fikirlerle, ergenlik problemleriyle, yani o psikolojiyle(sebepsiz ailevi sorunlar, arkadaşlarla anlamsız tartışma ve küslükler, hocalarla girilen lüzumsuz atışmalar vs. vs.) dolu bir beynin, kendini geliştirmesini beklemek yanlıştır.
Ergenliği bitirmiş bireyler için, o dönemdeki insanlar aşağılamak ve anlamaktan uzak olmak, doğru olmayan bir tutum olduğu gibi; o dönemleri hepimizin geçirdiğinin de bilincinde olmak lazımdır.
özetle: Evet, ergenler salak değildir. Sadece bazı süreçlerden geçmektedirler…

DENEME


Hayâl kurmayı sevenler iyi bilir. Nedense geleceğe dair hayaller, geçmişte var olan bir durumun yeniden kurgulandığı fantastik hayallerin hep gerisinde kalır. Hem kurgu açısından, hem de sayısal açıdan. Hadisenin temelinde içinde bulunulan durumdan duyulan hoşnutsuzluk olduğu kesindir de, neden yeni şeyler yaratmak yerine, eskiyi yeniden şekillendirme çabası vardır? Bilinmez…
Hep bir pişmanlık mı duyar insan geçmişe dair? Yoksa daha mı zordur; var olan bir şeyi düzeltmeknse yeni bir şey oluşturmak. Bu yüzden mi insan, “en iyisi mi”  diye başlayan cümleler yerine, “keşke” diye başlayan cümlelere başvurur?
Daha iyisini istemek… Daha iyiyi hayal etmek… Öte tarafta tamâh etmek, şükretmek, kabullenmek, boyun eğmek. Yaratıcılık ve erdemliliğin karşı karşıya gelmesi gibi. Eğer Aristo bunu okusaydı, erdemli bir sanatçı olamaz derdi herhalde…

İNTERNET SÖZLÜKLERi -1 (İNCİ SÖZLÜK)



Kurucu tayfasında yer aldığım ve yıllarca 1′inci nesil olarak klavye eskittiğim sözlükten başlamak istedim. Nedir inci sözlük? Neden bu kadar popüler oldu? Ne kadar böyle gidecek?

İnci sözlük bir kaç anarşist arkadaşın bir araya gelip, hadi bir platform oluşturup birbirimize küfredelim diyerek başlattığı bir oluşum değildir. Evveliyatı olan Zeykur sözlükten ayrıldıktan sonra, Serkan İnci önderliğinde örgütlenmiş büyük bir oluşumdur. Yani 5-10 kişiyle kurulmamıştır. İnci’deki ilk nesil, benimde içinde bulunduğum kurucu nesil, gökten zembille inmiş, birbirine laf sokmak için sözlüğe üye olmuş kişiler değildir. Daha önce de bir çok sözlükte yazmış, işi bilen insanlardır. daha doğrusu öyle idi. Sanal alemde  bir çok noktaya uzanabilecek kişilerin oluşturduğu bu kemik topluluk, internetin ve medyanında yardımıyla ismini duyurmayı kısa sürede başarmıştı. İlk iş, sözlüğe kalifiye yazarlar gerekiyordu. Ve bu iş için sözlük saldırıları uygun görüldü. Kim tarafında bilmiyorum, ben sadece katıldım. Türkiye’nin en büyük sözlüklerine yapılan saldırılar sonucu diğer sözlüklerde ismini duyuran inci sözlük, operasyon bittiğinde, sırf meraktan da olsa, bakmaya gelen bir çok yeni yazarı kadrosuna aldı. Bunların çoğu ikinci nesilleri oluşturuyordu ki, incideki bir diğer kalifiye yazar tayfası onlardı…

İnci Sözlüğün gücü:
Yapılan onca anket saldırısı bir yana, Çiğdem Ayçetin kod adıyla ve “tinttlf” sözlük nickiyle katıldığım “Harun Abi Operation” adlı 1 nisan saldırısı bile incinin neler yapabileceğini özetler nitelikte. Bir sürü adamı aynı noktaya dikmeyi başaran yazarlar, fifa anketlerine güvenen kore’nin de Portekiz’den 8 yemesine sebebiyet vermiş, Hamit Altıntop’a dünyanın en iyi golü ödülü olan Puscas Awards’ı aldırmıştı.
Sözlükteki Liseliler:
Liseli kelimesi resmen küfür anlamında kullanıldı. Kendi içinde oluşturduğu jargon, dışarıdan birisine anormal gelse de, birine piç demek veya aleni küfretmek olağan iken, liseli demek neredeyse cinayet sebebi olacak kadar ağırdı inci sözlükte.  Ama bu liselilerin sayısı günden güne arttı. bu artışı sözlüğü alelade takip eden biri bile sol frame”e bakarak anlıyordu. Peki neden? Moderasyon neden göz yumdu? Tabi ki, rant için. Hayat felsefesi anarşi olan, kendine V’yi idol, rol-model almış kişilerin Serkan İnci ve Umut Kullar’ın yazdığı sikimsonik kitaba para vermeyeceğini herkes biliyordu. Kitap çıkar çıkmaz sözlükte pdf’leri havada uçuştu.  Bunu yapan yazarlar silik yedi. Beylerimiz kazanmadık dese de 8 TL’den dergi çıkarıp, sözlükteki biz yazarlara ait espirileri kendi malları gibi sattılar. Sesini çıkaranı da sözlükten attılar.

Ne kadar böyle devam edebilirler?
Uzun süre devam edecekler o bir gerçek. İnci hiç eskimeyecek. Çünkü artık inci sözlükte gerçek yazarlar yok. Liseliler var ve çoğu zaman kapalı olan üye alımı sebebiyle her isteyen, her istediği anda giremediği için, bu bir statü göstergesi gibi kullanılmakta. Liseliler arasında. Bizlerin oluşturduğu jargonla bize hava atmaya çalışan gariban ergenlere yüz vererek markasını büyüten Serkan İnci, ne yazık ki küfür yemekten kurtulamayacak. Sözlük dünyasındaki eski yerine asla kavuşamayacak ama bir köşede de varlığını hep sürdürecek.

Açıklama

Baktım ki bir sürü bloğum olmuş, parça parça.. Ben de hepsini yeni bir adreste birleştirmeye karar verdim..

KLİŞE ÇELİŞKİLER


Yanlış anlıyorum.Ya da yanlış anlaşılıyorum…Doğru olduğunu bildiğim yanlışlar bir yana,Yanlış olan doğrulardan kurtulamıyorum.Gerçekliğin yanlış olması değil mesele,Doğruların gerçek olup olmadığı…Doğru olan yolda yanlış yöne sapmamak değil beklide gerçek doğrular.Yanlış da olsa kendi gerçeğini bulabilmek…Kime göre doğru?Ya daNeye göre yanlış?Kurallarını bilmediğin bir oyunu oynamak mı?Yoksa senin koymadığın kuralları olan bir dünyada yaşamak mı zor olan?Yanlışları kabul etmek mi?Doğruları kabul ettirebilmek mi ya da?Heykel olmasına ramak kalmış bir mermer tabakadaSon anda yapılan değişiklik yanlış denilebiliyorsa,Mermerin o ilk halini görmemiş olmanın doğruluğunu sorgulamak mı yanlışım?Doğru olanın yanlış olma ihtimalinden değil belkiAma yanlış olanın gerçek olmasından korkuyorum.Tek gerçek doğru var ki;Yanlışla bir türlü anlaşamıyorum.Ya da kendi belirlemediğim doğrulara inanmayı anlamıyorum.

GEÇMİŞ, YA DA GEÇMEMİŞ

İç içe geçmiş üç çemberin kesişim noktasında sıkıldım hayattan
Diş macunu kıvamındaki sıfatlar üzerime yapışana dekti aynı oluşum
Çatallaşmış seçimlerin ucu açık sonuçlarıyla yoruldum tercihlerden
Ve oksijensiz beyinlerce yazılmış kitaplardan öğrenmeye çalıştım hayatın bilgisini
Yüksek bütçeli hayaller yeşertildi kestane kokan, damı akan, sobalı evlerde
Ardından inişi olmayan merdivenlere dönüştü özlemlerim

İçimizdeki suskun dalgalar çığlıklarla vururken sularımı
Rüzgârın ürperten uğultusu oldu hep hayallerimin fon müziği
Ve tek derdim sermayesiz hayatlara duyduğum özlemdi

O mink kafamızı dolduracak kadar büyüktü ancak dertlerimiz
Enfeksiyon bile kapamayan gribal kuşlardı bizi tek dehşete düşüren
Ya da henüz icat edilmemiş akıllı işaretlerden yoksun izlediğimiz haber bültenleri…

Geçirdiği kaza sonucu 

kırılan oyuncak arabanın arkasından ağlarken
Tüm hayatımız avucumuzdan kaymışçasına hissettiren şey
Kaybetmiş olmamızdı ıslak ağızlarca içilmiş şişelerden toplanan ametal kapakları
Sokak keşifleri ve mahalle turlarını erteleme sebebimizdi yirmi metrekare alanda
On beş kişi tarafından yapılması muhtemel maçlar

Koşarak eve kaçma sebebimken çocuk kalbinle
Ve yumuk dudaklarında seni seviyorum demen
Belkide saflığı öğrenmem içindi üzerine basılıp patlatılan pastörize kutularda
Ya da görmem için acımasızlığını hayatın karakteristik çizgili suratlarda
Ne yani, şimdi biz büyüdük ve değişti mi dünya..?

Popular Posts